Kararsızlık, işletmeler adına, hem de bireysel manada kişiler için olduğundan daha fazla ölçüde, sıkıntılı ve tehlikeli bir durum. İnsanın bireysel kararsızlığı belki kendiyle beraber, çevresinde onun bu durumundan etkilenecek birkaç yakınını negatif şekilde etkileyebilir. Ama kurumsal yapılarda kararsızlık, kurumun tüm paydaşlarını ve o paydaşlarla ilişki ve etkileşimde olan her tüzel ya da gerçek kişiyi olumsuz etkileyen bir hal. O nedenle örgütlerde karar alma yeteneği önemli bir yetenek olarak karşımıza çıkmakta.
Karar alma sürecinin ilk adımı algdama ile ilişkilidir. Algı, kişinin hayata uyumu için son derece önemlidir. Kişiler nesnelere ya da olaylara ait ne kadar çok duyuma sahip olurlarsa, o nesneleri ya da olayları o kadar kolay ve sağlam algılarlar. Öyleyse algı insanların çevrelerini daha basit bir şekilde anlamasına yardımcı olur. Örgütsel davranış açısından algının önemini ise şu cümleyle özetleyebiliriz: Davranışsal açıdan önemli olan dünya, algılanan dünyadır.
Zaman, iş ortamı ve sosyal ortam gibi durumsal faktörler, tutumlar, güdüler, ilgiler, deneyim ve beklentiler gibi algılayıcı ile ilgili faktörler, hareket, sesler, boyut, arka plan, yakınlık, benzerlik gibi hedefle ilgili faktörler algıyı etkileyen faktörler olarak sayılabilir. Arthur Shopenhauer, “Her insan kendi görüş alanının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak algılar.” der. Algıyı tarif etmek adına harika bir tanım değil mi? Bilimsel terminolojide “Atıf Kuramı” olarak adlandırılan ama bana göre düpedüz suizan diyebileceğimiz insan davranışı da yine karar alma süreçlerinde bizi yanlış yönlendiren durumlardan biridir. Karşımızdaki bir kişinin herhangi bir olayda bir sonraki adımı hakkında görüp, bilip duymasak da yorumda bulunma, çıkarım yapma işine atıfta bulunma denmektedir. İşte bu atıflar esnasında genelde duvara çakılırız. Keza insan çok karmaşık bir varlık ve atıfta bulunmak için hiç de doğru bir hedef sayılmaz.
Yanlış kararlarımızın ya da kararsızlıklarımızın en önemli kaynaklarından biri de yargılamadır. Karşımızdakileri yargılama hastalığı hepimizde az ya da çok olan bir sıkıntı. Algılarımızda bilinçli ya da bilinçli olmadan uyguladığı seçicilikler, genellemeler, kalıplaştırmalar, zıttıyla da benzerlik etkileri ile kendimizi yönlendirmelerimiz neticesinde, yargılamalarımız çoğu zaman bizi karar vermede zora ve sıkıntıya sokar. Örgütlerde insanlar iki veya daha fazla alternatif arasından seçim yaparak karar alırlar. Sadece yöneticilere tanınan bir hak olan karar alma yetkisi, son yıllarda yönetici olmayan çalışanlara da verilmeye başlanmıştır. İstişare anlamında son yıllarda çalışanların dinlenmesinin iş sektöründe olumlu yönde etkileri olmuştur. Bu bağlamda bireysel karar alma süreci örgütsel davranış açısından çok önemlidir. Ancak örgütler için de olsa, kararları insanlar alır ve insanların kaliteli kararlar almasında yine algılar etkilidir.
Bireysel kararlarımızın sonuçları sadece bizi bağlanırken, örgütsel kararlar bizle beraber örgütü paylaştığımız her bireyin kaderine etki yapmaktadır. Devlet için karar alıyorsak da basit bir aile işletmesi ya da büyük veya küçük bir sivil toplum örgütü için karar veriyorsak da o kararın sonucunda o kurumla ilişkili pek çok başka kurumu ve birey etkilenecektir. O nedenle örgütsel kararlarda rasyonellik bireysel kararlarla mukayese edildiğinde, çok daha fazla önem taşır. Rasyonel karar verme sürecinin adımları ve kuralları nettir. Problem, karar verme kriterleri, kriterlerin önemi ve alternatifler belirlenir. Alternatifler kendi arasında değerlendirilir ve alternatifler arasından en iyi alternatif seçilir. Öte yandan insanların bilgi işleme kapasiteleri sınırlı olduğundan optimizasyon yapabilmek için gereken bütün bilgilerin tümüyle ve kâmil bir şekilde özümlenmesi imkansızdır. Bu yüzden insanlar problemlerini anlayabilecekleri seviyeye indirerek sınırlı rasyonelliğin kısıtları dahilinde sorunları çözmeye çalışırlar. Çalışmanın sonucunda problemlerin bütün karmaşadan içermeyen sadece önemli özelliklerini dikkate alan basitleştirilmiş modeller ortaya çıkar ve ancak bundan sonra basit modelin sınırları dahilinde rasyonel şekilde davranılabilir.
Örgütsel manada karar almanın en az rasyonel olan yolu ise sezgisel davranmaktır. Sezgisel karar alma deneyimlerimiz sonucu oluşan bilinç dışı bir süreçtir. Sezgisel karar alma süreci hızlıdır ve çoğunlukla duygulardan etkilenir. Burada duygularımızın kararlarımıza etkilerini görürüz. Kendimize duyduğumuz aşırı güven sebebiyle, ilk gelen bilgilere odaklanarak sonrakileri atlamak nedeniyle, geçmiş kararlarımızı doğrulama çabasıyla, sadece bulunabilir bilgiye odaklanma tuzağıyla çoğu zaman önyargı ve yanılgı içinde kafir, ya hiç karar veremez veya yanlış kararlar alırız.
Kişilik, cinsiyet, zihinsel yetenek eğitim, kültür gibi bireysel farklılıklarımız, performans değerlendirme, ölçeklendirme sistemi, resmi kurallar, sistemin getirdiği zaman kısıtları ve geçmiş olaylar gibi örgütsel faktörler karar almayı etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkar. “Algılarımızı belirli bir frekansa ayarlarsınız ve gördüğünüzü “bu dünya” olarak adlandırırsınız. İstediğinizde kendinizi başka frekanslar ayarlayabilirsiniz.” derken Richard Bach, aslında karar alırken algı tuzağına düşmemek için bize yol göstermiş olmuyor mu?
Kurumsal karar alma süreçlerinde en kritik üç etik kriter tam karar vericiler için bilinmesi gereken altın kurallar olarak karşımıza çıkıyor. Çoğunluk için en iyiyi yapmayı hedefleyen ilk kriter olan “faydacılık” a odaklanmak verimliliği ve etkinliği getirir ancak bir kısmı bireylerin haklarının yenmesine de neden olabilir. Belirli bir oranda adaletin uygulanması veya kazançlarla maliyetlerin eşit şekilde dağıtılması şeklinde tarif edilebilecek olan “adalete odaklanmak” ikinci kriterdir. İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan temel insan hakları ve özgürlüklere dayanarak karar almak ise “haklara Odaklı bir yaklaşım” dır. Bu kriteri önemli kılan ifade özgürlüğünü, mahramiyet hakkım ve kanuni hakları güvence altma alıyor olmasıdır.
Hepimizin bildiği gerçek şudur ki kurumlarda kararsızlık en büyük felakettir. İşte ondan olsa gerek ünlü atasözümüz, “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir!” der. Bu bireysel olarak da kurumsal olarak da çağlar üstü bir gerçeklik olarak güncelliğini korumaktadır.
Deneyimlerimiz, yeteneklerimiz ve motivasyonlarınız karar alma süreçlerimizi olumlu veya olumsuz manada etkileyen faktörler olabilir. Ama yine bir atasözünde belirtildiği üzere, “Korkunun ecele faydası yoktur!”. Yani karar almaya korkarken, aldığımız kararın neticelerinden çekinerek karar almayı ertelerken kurumsal rekabet avantajım kaybettiğimizi, çalışanlarımızın kararına duyduğu güveni zedelediğimizi, çalışan memnuniyetine ve dolayısıyla müşteri memnuniyetine büyük darbeler vurduğumuzu, bunların sonucunda kurumsal itibarımızı yerle bir ettiğimizi asla unutmamalıyız. “Ortak Akıl” kavramının yerini “Çoklu Zeka” nın aldığı günümüz dünyasında “Yapay Zeka” ile yarışacak kararlar alanlar kazanacak!