Benden Söylemesi isimli köşemde bugüne dek, ana tema olarak ekonomi, ticaret ve iş hayatıyla ilgili dergimizin genel içeriği ile pek de uyumlu olmayan konulara değindim. Bunu yaparken, az biraz akademik literatür içeren, bir miktar reel sektör gerçekleriyle kitabi bilgiyi harmanlayan yazılarımla,
okuyucusunun düşünce sofrasında farklı lezzetlere de ulaşmasını sağlamaya gayret ettim.
Bu yaklaşıma, Ramazan ayına ve Yerel Seçim gündemine denk gelen bu sayıda kısa bir ara vererek, daha serbest, deneme tadında bir yazı yazmak istiyorum. Genelde uzun uzun yazmaya alışık olan ben, bu yazımı bir miktar kendimi zorlayarak kısa yazmaya da gayret edeceğim. Keza bir gerçek var ki, sizin ne yazdığınızdan daha önemlisi, okuyucunun ne kadarını okuduğu. Kitap veya literatür okuma kültürünün giderek kaybolduğu ve hatta belki de yok olduğu bir döneme denk gelen yaşam sürelerimizi tamamlarken, her geçen gün sosyal medya bataklığında belki ancak yüzde yirmisi doğru ve gerçek bilgiye maruz kalarak, körelen ruh dünyalarımızı elimizdeki kısıtlı imkanlarla yine de beslemeye çalışıyoruz. Okullarda mecbur bırakılarak okuduğumuz metinler haricinde, düşünce dünyalarımızın gelişmesi için olmazsa olmaz bir zorunluluk olan okuma alışkanlığımız’ diri tutan her çabaya çok büyük önem vermemiz gerektiği yadsınamaz bir gerçek.
Bu gerçekten hareketle, 12 Mart 1921’de TBMM’de Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşı olarak kabul edilen Merhum Mehmet Akif Ersoy’un o destansı şiiriyle başlamak istiyorum yazma O şiir “Korkma!” kelimesiyle başlıyor malumunuz. Çağlara hitap eden ve fakat çağlar üstü bu 10 kıtadan, Latin harfleri ile yazılmış halinden yola çıkılarak 606 heceden ve 1455 harften oluşan şiir “Korkma” kelimesi ile başlayarak “İstiklal” kelimesi ile bitiyor malumunuz. Buradan yola çıkarak bana göre üstüne titrememiz ve eğer illa bir şeyden korkma= gerekiyorsa da asil ondan korkma= gereken şey istiklalimizi yani bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü kaybetmek olmalıdır Şiirin milli marş olarak kabulünün üstünden geçen 103 yılda ülkemizin istiklal ve istikbali için canla başla gayret eden insanlarımız olduğu gibi, milletin özgürlüğünü ve bağımsızlığını elinden alarak onu dünyada pek çok örneğini gördüğümüz esir toplumlardan biri haline getirmek için iç ve dış hainlerle ortaklık eden soysuzlarla da bolca karşılaştık. istiklal şiirimiz bize bu soysuzlara karşı takınacağı tavrı da onlarla nasıl mücadele etmemiz gerektiğini de çeşitli şifreler ile anlatıyor aslında Yeter ki biz onu sosyal medyada okuduğumuz salak saçma paylaşımları okur gibi değil de onu okurken üzerinde oturduğumuz bereketli Anadolu topraklarını bize vatan yapmak için hayatlarımdan, konforlarından, canlarından, mallarımdan ve evlatlarımdan vazgeçen atalarımızı karşımızda görür gibi olacağım. Merhum Akif’i de vatanımızda ve hatta dünyanın dört bir yanında, doya doya İstiklal Marşımızı okumak için zerre kadar emeği geçmiş tüm vatan evlatlarım da rahmetle, minnetle, saygıyla ve hasretle anıyorum.
Mart ayı Gazze’de çoluk, çocuk, kadın ve yaşlı, engelli demeden üzerine aylardır bomba yağdırılmaya devam eden Müslümanların acı dolu feryatlarım duyduffil halde onlara açlıktan ölmemeleri için gıda yardımı yapmaktan başka bir şey yapamayan milyarlarca Müslümanın içleri çaresizlikten ezile ezile oruç tuttukları Ramazan ayını da barındıran bir ay öte yandan Ramazan –tüm dünyada kendisini Müslüman olarak ifade eden insanların birbirleriyle iyilikte yarıştiklan zenginlerin fakirleri gözettiği, fitre, fidye ve zeka’t kurumlarının, sadaka ibadetinin yıl içinde en yoğun şekilde zenginden fakire servet aktarımıma vesile olduğu ya da olması gerektiği bir ay aynı zamanda İslam dini, ekonomik olarak belki de dünya üzerinde bugüne dek uygulanan tüm iktisadi modellerden daha üstün bir şekilde, fakirlikle, yoksullukla ve yoksullukla mücadele eden bir ekonomik model de öneriyor aslında. Bu modelin doğru uygulandığı’ rıdaki başarısı tarihte pek çok –toplumu huzur ve refah dolu dönemlerle buluşturmuş. Yani modelin doğru uygulandığı’ nda sonuçları da tatmin edici aslında Mühim olan kendini İslam dininin bir parçası olarak ifade eden insanların ve o insanlardan oluşan toplulukların, ne kadar samimi ve gerçekçi oldukları belki de. Farz kılınan ilk Ramazan orucu 26 Şubat 624 tarihine tutuldu. ilk orucu farklı kılan bir cliğer özellik de Bedir Savaşı’nın ilk Ramazan’ın 17. gününde meydana gelmesidir. O halde ilk Ramazan orucundan miladi 1400 yıl sonra tutulacak bu yılın Ramazan orucu bakalım dünya üzerinde acı çeken tüm coğrafyalardaki Müslümanlar ile rahat rahat sahura kalkan, iftar eden, teravihe giden Müslümanlar arasında nasıl bir bağ ya da köprü kurulmasına vesile olacak? Göreceğiz!
Martın sonu seçim. Bu Mart o nedenle kapıdan baktırma işini Nisan’a, kazma kürek yaktırma işini belki Mayıs ve sonrasındaki yaz aylarına kaptırabilir. Yerel seçimler sıradan ülkelerde, oturmuş demokrasilerde asla bizdeki kadar önem arz etmez. Keza bizde seçimle geçim at başı giden kavramlar. Yerel seçimler 2028’e kadar geçecek seçimsiz dönemde ülkemizde yaşanması muhtemel tüm gelişmeler için de anahtar değerinde. Ülkemiz bir kez daha seçime giderken, ayrıştırma dilinin kaynaştırma diline dönmesi en büyük dile iz Buna seçim kampanyasının Ramazan iklimine denk gelmesi de belki katkı yapar Seçimler kamu kaynaklarının hunharca harcandığı kampanyalara değil, kamu kaynaklarının en akılcı projelerle yeni kaynak yaratmaya vesile olduğu bir yetenek yarışına evrilmeli. Ülkemiz insan kaynağı ve doğal kaynaklar olarak sonsuz ve sınırsız imkanlara sahip. Bu imkanları liyakatli eller aracılığı ile adaletle dağıtmak da kamu otoritesinin işi.
Şimdiden herkese hayırlı bayramlar!